14 Kasım 2011 Pazartesi

YAKIN GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE MODERN KADIN ANLAYIŞI



 Kadının toplumsal statüsü, 19. yüzyıldaki sanayi dev­rimiyle değişmeye başlamıştır. Bu zamana kadar sokak ve meydanlara davet edilmeyen kadınlar, sanayi devriminin yaygınlaşmaya başladığı dönemlerde evlerinden çıkmaya ve seslerini duyurmaya başlamışlardır.
Acaba bunun nedeni neydi?
Kadınlar yeni yeni mi uyanmaya başlamıştı?
Yoksa bu uyanış kadınlardan değil de, kadınların dı­şındaki bazı çevrelerden mi kaynaklanıyordu?
Meseleyi kendi dönemine ve dönemin gelişen şartla­rına göre değerlendirdiğimiz zaman bu uyanışın kadınlar­dan değil, kadınlan kullanmak isteyen dış çevrelerden kay­naklandığını görmemiz zor değildir. Kadınları, kadın haklan adına sokaklara ve fabrikalara davet eden bu çev­reler, hiç şüphesiz ki bu daveti kadınlara bir değer verdik­leri veya kadınları kadın olarak önemsedikleri için yapma­mışlardır. Bu çevreler için önemli olan sanayi ve teknoloji putunun yücelmesi, üretimin artması ve kapitalist kasaların dolmasıdır.
Sanayi devrimiyle birlikte ferdi üretimden, toplu üre­timlere hızlı bir geçiş başlamıştır. Toplu üretimlerin bellibaşlı sahipleri olan kapitalistler, makina ve fabrikalarla birtikte, bu fabrikalarda çalışacak çok sayıda işçilere de gerek duymuşlardır. Fabrikalarda çalışacak işçilerin, çok üstün vasıf veya becerilere sahip olmasına da gerek yoktu. Çün­kü üretimin maharet ve yetenek isteyen yönünü, zaten makinalar yapmaya başlamıştı. İşçilerin fonksiyonu ise bu makinalara yardımcı olmak, makinaların çalışmasını sağla­maktı. Dolayısıyla işçinin vasıflı veya yetenekli olmasından ziyade, ucuz olması önemliydi, Bu konuda sadece erkek işçilere yönelinse, yapılacak iş ne kadar basit olursa olsun, aile sahibi olan erkeğe yine de asgari bir ücret verilecekti. Şeytani zihniyete paralel olan kapitalist zihniyet için, bu durum tabi ki cazip değildi. Çünkü böyle bir durum, kapi­talistlerin fabrikasında çalışacak olan bir erkeğe, bu erke­ğin bakmakla yükümlü olduğu 3-4 kişinin nafakasını ver­mek demekti'..
Oysa böyle olmamalıydı, bir kişinin emeğine karşılık, 3-4 kişinin nafakası verilmemeliydi!. Kapitalist sermaye, bir kişiye nafaka veriyorsa, bu kişinin emeğini mutla­ka ve mutlaka almalıydı. Daha açık bir ifadeyle yetişkin olan herkes, kendi nafakasına karşılık kendi emeğini, ken­di işgücünü sunmalıydı! Evlerde oturan, ev ve aile işleriyle uğraşan, nafaka için kocasının (ka­pitaliste göre kendisinin) eline bakan kadınlar, kapitalistler için bir hazıryiyici idi. Kapitalistlerin üretimine hiçbir katkı­ları bulunmamasına rağmen, kapitalistlerin verdiği nafaka­yı yiyorlardı!.
Evlerin kapıları çalınmalı ve evlerde oturan bu hazır yiyiciler fabrikalara, üretim dünyasına davet edilmeliydi, Ve kapılar çalındı.. Ve kadınlar önce pencerelerden bakmaya, kapılanı çalan bu adamı tanımaya çalıştılar. Bu adam,
kocalarının patronuydu, zengin ve saygıdeğer bir in­sandı!.
Hemen kapılara yöneldiler, bu saygıdeğer işverenin neden geldiğini sormak ve bu kutlu nedeni öğrenmek istediler!. Fakat kapıları açtıklan zaman, kapıda saygıdeğer patronu değil, bu patronun uşakları olan yazarları, düşü­nürleri, sanat adamlarını gördüler. Hepsi birden ağzını aç­mış ve hepsi birden konuşmaya başlamışlardı.
“Sayın   hanımefendi!. Yıllarca ezilmekten, evlere hapsolunmaktan daha bıkmadınız mı?”
“Erkeklerin bu sömürüsüne daha ne kadar katlana­caksınız?”
“Bunca ağır ev işlerini yapmanıza rağmen sizlere de­ğer veriliyor mu?”
“Sizin erkeklerden neyiniz eksik, niye ikinci üçüncü sınıf insan muamelesine razı oluyorsunuz?”
“Erkeklerle eşit olduğunuzu ispatlamanır ve hakları­nızı almanın zamanı gelmedi mi?”
“Uyanın.. Uyanın ey kadınlar!.”
Şaşırmışlardı!.
Ne diyordu, ne demek istiyordu bunlar?
Gerçi söyledikleri de doğru şeylerdi!. Erkeklerin otori­tesi altında yaşadıkları bir gerçekti. Evin bütün işlerini yapmalanna, çocuklarına bakmalanna rağmen kocalanna bir türlü yaranamıyorlar, onların birçok hakaretleriyle karşılaşı­yorlardı.
Kocalarından yedikleri dayaklarla kafası patlamış, gözleri morarmış olanlar, korku ve umudla sordular.
İyi ama nasıl, nasıl olacak bu?
Bekledikleri ve istedikleri soruyla karşılaşan kapıdaki­ler, hepbir ağızdan tekrar konuşmaya başladılar.
Kocalarınızın despot hakimiyeti, kocalarınızın eko­nomik gücünden kaynaklanıyor, Kocalarınıza ekonomik bağımlılık ile özgür olamazsınız.
Bir an önce çalışma hayatına atılmanız ve ekono­mik özgürlüğünüzü kazanmanız gerekir.
Erkeklerin yaptığı birçok işi, sizler de yapabilirsiniz..
Kadınlar yine birbirlerine bakmaya başladılar. Arala­rından bazıları “Bizler kadınız, utanırız, korumamız gere­ken bir iffetimiz, bir namusumuz var!” diyecek oldular. Ka­pıdakiler ise soruyu duymadan cevabı hazırlamışlardı.
Namus ve utanmak da ne demek? Namuslu ve uta­nan bir köle kalacağınıza, ıhım, şey bir özgür olun. Ve kadınlar bu propaganda şaşkınlığı ile sokaklara çıkmaya, kapitalist düzende yerlerini almaya başladılar. Müslü­manlar bütün meşru işlerine “Allah'ın adıyla” başlamalana karşın, bu zavallı kadınlar meşru veya gayrimeşru bü­tün işlerine “Kadın haklan ve eşitlik adıyla” başlar oldular!. Kadınların fabrikalarda ve değişik üretim sahalarında yer almalan, kapitalistler için iki önemli menfaat sağlamıştı. Bunlardan birisi iş gücünün fazlalaşması, diğeri ise erkeğe rakip olarak çıkan ve daha ucuza çalışmaya talip olan kadının, erkeğin işgücü değerini düşünmesiydi.
Kadını böylesi bir kalkış noktası ile kullanan kapitalist mantığın, kadın hakları konusunda ne derece dürüst ve samimi olduğu ise, kadınları getirdiği noktadan bellidir!. Meşhur bir mankene, büyük bir işveren durumuna gelen kadına, üç-beş kadın sanatçıya bakarak, sakın ola ki “İşte öz­gür kadın bu” demeyin!. Çünkü bütün bunlar, çağdaş özgür kadının kitlesel değil, istisnai bir durumudur. Yüzbinlerde bir kadın bu konuma ulaşırken, kitleleri oluşturan ka­dınlar ise bambaşka bir konumdadır.
Özgür denilen kadın kitlesi, kadınlıkla ve hanımefendilikle ilgisi olmayan ilimleri öğrenmek için yıllarca okula giden ve bir masada iki bük­lüm, evlerine gelince dört iki büklüm çalışan kadınlardan olu­şuyordu!.  
Özgür denilen kadın kitlesi, kendi evinin hizmetçimi olmaya isyan edip, yüzlerce eve hizmetçiliğe giden kadınlardan oluşuyordu!. özgür denilen kadın kitlesi, kendi çocuğunu komşuya bırakıp, başkalannın çocuk­larına bakıcılığa giden kadınlardan oluşuyordu!.
Özgür denilen kadın kitlesi, evindeki bir erkeğe üstünlük sağlamak için, yazıhane­lerde, dükkanlarda, işyerlerinde, pavyonlarda binlerce er­kek tarafından aşağılanan, kullanılan kadınlardan oluşuyor­du!.
Özgür denilen kadın kitlesi, manken veya artist olabilmek için evinden kaçan ve kaderin değil, kapitalist düzenin binbir cilvesi ile pezevenklerin sermayesi olan kadınlardan oluşuyordu!.
Kitleleri oluşturan kadınlar, böyle bir özgürlüğe ula­şan kadınlardı!. Artık erkeğin karşısında boyunlarını bükmeden oturabilecekler, zorba erkeklere karşı özgür ve eşit olduklarını söyleyebileceklerdi!.
Nitekim, sabahın alacakaranlığında elinde sefertasi ile otobüs bekleyen, otobüsteki sarsıntı ve sarkıntı ile fabrikaya giden, bütün bir gün makina ve, erkek homurtuları altında çalışan, yorgunluktan şaşkına dönen vücudunu itlip-kakılan kalabalıklar arasından eve taşıyan, bir günde yapması gereken ev işlerini iki-üç saatte bitirme telaşıyla çırpınan, sofrayı toplayıp, bulaşıkları yıkadıktan sonra kocası­nın karşısına oturan, bacak bacak üstüne atabilmek için iki eliyle kaldırma­ya çalıştığı bacağını, öteki ayağının üstüne koyan kadın, gözlerini açmaya, dilini konuşmaya zorluyarak kocasına “Ben artık özgür bir kadınım” diyordu!.
Bu zavallı kadın, acaba haklı mıydı?
Özgürlük bu muydu ve o özür müydü?
Sorusuna cevap aramak için bir haline, bir kocasına baktı!. Kocası ise bir eliyle karısının maaşını çerez olarak yerken, diğer elini ona uzatarak beklediği cevabı gayet açık bir lisanla ifade ediyordu.
Bana bak kadın! Haddini bil. Kaç para maaş aldı­ğın belli. Hem çalışan kadın yalnız sen değilsin. Vururum şeyine bir tekme, başka bir çalışan kadın alınm haa!.
Doğruydu kocasının söyledikleri!. Patrona cilve yap­madığı için maaşı gerçekten azdı. Ayrıca çalışan kadın sadece kendisi değildi ki! Eşitlik ve özgürlük adına çalışan ve çalışmaya talip olan yüzbinlerce kadın yok muydu?
Sustu..
Modem ve çağdaş kadının açık bir sembolü olabil­mek için doğrulmaya, yediği kazıklarla dik durmaya çalıştı!.                                          
Mehmed ALAGAŞ /Kadının Onuru

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder