11 Ekim 2011 Salı

İLAHİ İNSAN SÜRGÜNDE

       Acaba gerçek dert ve yenilgi, yalancı ümit ve sevinçten daha iyi değil midir? Şuurdan doğan dert, akılsızlıktan doğan dertsizlikten daha iyi değil midir?



      Allah, insanı çamurdan yarattı. Sonra ona kendi ruhundan üfledi; kendi sureti üzerine yaptı. Ona isimleri öğretti ve O'emaneti' yere, göklere arz etti; kabule yanaşmadılar; insan aldı. Sonra bütün meleklere ona (insana , Adem'e) secde  etmelerini emretti (Rahman Suresi-14, Bakara Suresi 33-34).

   İnsan,tarihin ilk günlerinden beri, kendisini ve cihanı düşünmek için daima gamdan ve sıkıntıdan uzak bir köşeye kendini atmıştır. Bu karamsarlık, insanın fizyolojık yapısına sirayet etmiş, bu buruşuk yüz ve çatık kaş bakışların somurtkan bir hal almasına neden olmuştur.Bu insanın simasını, daima bir 'sıkıntı' ve keder kaplamıştır. Simasına ızdıraptan bir dalga oturmuştur. Zira daima kendini bu alemden 'daha çok' 'olan her şey'i kendine yetersiz görerek duygularını bu varlık aleminin sınırında ve olan 'her şeyden' ' ötelere' geçiriyor. 'Olan şey' sona eriyor fakat o devam ediyor ve 'sonsuz' a dek etek uzatıyor.
     
      Bu tanınmayan dünyanın kayıp insanı, kendini bu gökyüzünün altında kusur ve garipliğe müptela görmüştür. Gılgamış'ın Sümer seması altındaki muzdarip ve perişan feryatları, Budha'nın 'Karema'dan kurtuluş ve nihayet 'Nirvana' ya ulaşmak için işkenceyle karışık çabaları, Ali'nin Medine'nin etrafındaki hurmalıklarda sessiz gecelerdeki dertle karışık inleyişleri, Sartre ve Camus'un isyan öfkeleri, ümitsizlikleri hep muzdarip insan ruhunun çeşitli görünümleridir. İnsan kendini bu toprağın üzerınde ve bu zindani gökyüzü altında yalnız ve yabancı görüyor. 'Bu evin kendi evi olmadığını biliyor'.


Derinlik ve yükseklik, can ve ruh, düşünce ve sanat niçin daima sıkıntıyla;ahmaklık, alçaklık ve çöküş ise sevinçle içiçedir?


Niçin Aristo zamanından beri sanatta derinleştikçe ve ciddileştikçe 'kederli' sathi ve sıradanlaştıkça 'sevinçli, neşeli' sayılması temel kaide olmuş?


Sıkıntı daha üstün ve daha yüksek bir ruhun tecellisi olduğu için mi? Darlık ve el darlığı dünyayı daha iyi hissettiği için mi?


Yüksek ruhlar, derin kalpler, sonbahar sıkıntısı, sukutu ve akşam gurubunu niçin daha çok severler? 
Bu anların sonunda, kendilerini bu dünyanın sonuna daha yakın hissettikleri için değil  mi?


     İnsan, kendi fıtratının derinliğinde daima mutlak, sonsuz, edebilik, ezellik, aydınlık, daimi ve sonsuz olma, zamansızlık, mekansızlık, sınırsızlık, renksizlik, mutlak mücerretlik, kutsallık, hürriyet ve mutlak serbestlik, başlangıcın ilki, sonun en sonu, gayret-i mutlak, mutlak mükemmel, gerçek saadet, mutlak hakikat, kesin anlayış, aşk, güzellik, mutlak hayır, güzelliğin en güzeli, temizlerin en temizi.. arzusunda olmuştur. Kendisinin o gerçek benini, bu maverai anlamlara yakın görmüştür. Onlara şiddetli ihtiyaç duymuştur. Bu dünya ise nisbi, sınırlı, arızi, ortalama, kötü, eziyet verici, bulaşık, soğuk, bilgisiz, mekan zamanın aşağılık br kölesi, noksanlığı ve ölümün esiridir. Bu heyecan verici ideallerlerle, insanın yüksekten uçan ruhuyla yabancı ve uyumsuzdur.

O halde bu anlamlar, insanın kalbine nereden düşmüştür?
        Dr. Ali Şeriati/İdeallerin Yenilgisi
                                       

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder