17 Ağustos 2012 Cuma

KORKULUK ve İNSAN


İnsan, korkunç bir varlık olduğunu kabul etmeseydi, kendini tarlaya korkuluk diye diker miydi?

Bostanlara, tarlalara, bahçelere dikilen insan benzeri kuklalara çokça rastlamışsınızdır. İnsan denen karmaşık varlığın en basite indirgenmiş kopyaları gibiler. Genelde içi samanla doldurulmuş kıyafetlerden yapılırlar. Bu kıyafetler de genellikle erkek kıyafetleri olur. -bu nüansı farkında olanlar, bu cümlede erkek ve korku arasındaki bağda neler sakladığımı anlayabilirler:) - İki kolları yana açık, biteviye duruşlarında, hem gelişleri/gülüşleri yasaklayan; hem de dünyayı hırsla sahiplenen bir tavır vardır. Kuşları engellemek için yaşarlar, bu yüzden kuşlar onlara yaklaşamaz..  Olmayan yüzlerinde, soğukluk, kuruluk ve ıssızlık vardır. Bütün güzelliğiyle yağan hayat, esen deli rüzgarlar, can can katan suların sesi umurlarında değildir. Bedenlerinde dolaşan böceklerle bile konuşmazlar. Muttarit, sert ve soğuk adamlar gibi.. 

Özgür yaratılan ve özgür yaşaması gerekirken, tarlaya çakılan korkuluklar gibi dünyaya kendini mıhlanmış  insanlar var bu dünyada.. Çokça.. Özgürlüklerini korkutarak ve kendilerini ondan mahrum ederek, mutlu olmaya çalışıyorlar.  Hem de yaşamak, özgürlüğü bir nefes gibi içine çekebilmek demekken.. Bir korkuluk gibi benliklerinin, paralarının, şöhretlerinin başında, onlara bir zarar gelmesin, kimse dokunamasın diye bir ömür beklerler. Bu  bekleyişlerde eksilen yanlarını dolduracak hiç bir şey bulamazlar. Bir korkuluk gibi yaşayan bu insanların en büyük handikabı yine kendileridir ve yaşamayı ürküten en büyük korkuluk nefisleridir. Başarıyı hırsılarına, taze bir tebessümü kıskançlıklarına, paylaşmanın hafifliğini cimriliklerine, yaşamın o güzel anlamını bencilliklerine kurban ederler. Bir korkuluk gibi yaşayarak, güzellikler adına yaşanacak ne varsa, kendilerini ondan mahrum ederler. Beden kıyafetinin içini nefislerinin köleliğiyle doldurarak yaşamak denen o yüksek anlamdan mahrum olurlar. Bahşedilmiş bunca bilgiye rağmen, kırıntı azlığı bir akılla hayata tutunmaya çalışırlar ve korkuluk duruşlarıyla hayatı, ruhları ve dünyayı ürkütürler.  Sahi, bu kadar özgürsüzlüğün içinde nasıl mutlu olunur ki? 

Oysa yaradan, bu kâinatı herkes için eşit yarattı ve herkes için yetecek güzellikleri ve anlamları yollamaya devam ediyor. İnsanın korkuluk gibi olması bu eşitliği bozmakta bu anlamları bulandırmakta.. Öyleyse korkuluk olmak niye? Atın ruhunuzdan bu köleliği! Vazgeçin şu lanet benliğinizden! Bırakın bütün özgürlükler, hayat tarlasından rızıklansın.. Yaşayın, nefes alın, hissedin.. İçinize doldurduğunuz samanları boşaltıp, korkutmaktan ve tutsaklıklardan vazgeçin! Unutmayın! Bunca güzelliğe sahip yaşamdan da, korkuluğun nasibine yalnızca yalnızlık, yıpranmışlık ve belki de tarlaya dalacak olan bir öküz tarafından yenmek düşer. 
Yazıyı Cibran'nın korkulukla yaptığı muhteşem diyaloğuyla bitireyim. Diyalog şöyledir:

"bir gün bir bostan korkuluğuna dedim ki, "bu ıssız tarlada dikilmekten yorulmuş olmalısın."

ve o dedi ki, "korkutmanın zevki derin ve devamlı, ve beni hiç yormuyor."

bir an düşündükten sonra dedim ki, "bu doğru; çünkü ben de o zevki biliyorum."

dedi ki, "bunu sadece içi samanla dolu olanlar bilir."

bunun üzerine beni yücelttiğini mi, yoksa küçümsediğini mi anlamadan yanından ayrıldım.

bir yıl geçti, o bir yıl boyunca korkuluk bir filozofa dönüşmüştü.

ve tekrar yanından geçtiğimde iki karganın şapkasının altına yuva yaptığını gördüm."



-Sevilay Meraler-

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder