3 Eylül 2012 Pazartesi

TERS ŞEMSİYE





Modern ve pahalı bir şemsiyedim. Kendimce mükemmel bir şemsiyedim yani.. Bu yüzden kendimle gurur duyardım. Yıllarca sahibime hizmet eder; onu yağmurdan korurdum. Yani köleliğiyle gurur duyan bir köleydim. Dışarıya her çıkışımızda o beni elimden sımsıkı tutar, ben de hem onu yağmurdan korur hem de güvenle etrafı seyrederdım. Bir gün sahibimle yürürken, rüzgar beni uçurdu ve ters dönerek yere düştüm. Daha önce hiç düşmemiştim, bu ilk düşüşümdü.. Sahibimin,  düşmenin acıtıcı bir şey olduğunu söylediğini duymuştum ama nedense canım hiç acımamıştı. O esnada içime bir kaç yağmur damlası düşmüştü ve bu damlalar bana öyle bir ferahlık vermişti ki doğrusu saatlerce öyle kalmayı istemiştim. Ömrümü o damlalarının gelişini engellemeye adamış biri olarak bu duyguyu hissetmek, tuhaftı. Koşarak gelen sahibim beni öfkeli bir şekilde yerden aldı ve hemen kapattı. Neden bu kadar kızdığına anlam verememiştim. 

Eve gelince gönlüme düşen bir kaç damla  ferahı sorgulamaya başladım. Elime bir kitap aldım ve kendimi araştırmaya başladım. İnsanlar atalarımı ilk olarak 3400 yıl önce Mezopotamya'da, bir rütbenin, bir ayrıcalığın sembolü olarak kullanmış. Mezopotamyalılar da bizi yağmurdan değil, yakıcı güneşten korumak için kullanıyormuş. Zaten ismimi incelerseniz 'şems' kelimesinin güneş olduğunu görürsünüz. Atalarım yüzyıllar boyu hep güneşten korunmak için kullanılmıştı; yani biz ateşten korumak için vardık; ferahlıktan değil.. O zaman anlamıştım görevimin sahibimi rahmetten korumak olmadığını.. Kahretsin! Bir şemsiye olarak görevimin sahibimi yağmurdan korumak olduğuna gerektiğine nasıl da  inanmıştım. 


Okuduğum kitapların sayısı arttıkça, ben ben olmaktan uzaklaştım sonra bir sorgu başladı ki dostlar başına.. Sahibimle dışarıya çıktığımda artık çok farklı bakıyordum dünyaya. Terslikler vardı ama bu terslikler hep düzlük olarak öğretilmişti. Sonra insanlara baktım, sahiplerimize yani.. Ne kadar tuhaftılar.. Mesela  hem yağmurun rahmet olduğundan bahseder ve yağmuru severlerdi hatta bir süre yağmasa şikayet eder, duaya çıkarlardı; hem de iki damla yağmur düşmeyiversin, kaçışmaya başlar, hemen şemsiyelerini açarlardı. 


Hayır! Gerçek, şimdiye kadar öğrendiklerim değildi. O iki damla yağmur içime öyle bir işlemişti ki yine dışarıya çıkmak, yine ters dönüp ıslanmak istiyordum. O rahmetin, o güzelliğin, o ferahlığın kaynağını bulmuştum. Artık başka bir şemsiyedim ve bu duygunun bir şemsiyeyi farklı bir boyuta nasıl ulaştırabileceğini Peyami Safa'nın Matmazel Noraliya'nın Koltuğu kitabındaki şu dua paragrafında da sezmiştim zaten.. Paragraftaki dua şöyleydi: "Yarabbi dedim, al beni artık. Beni dağıt. Zerrelerimi şu çam dallarının üzerine şebnem gibi yağdır. Benim ruhumla şu yaprakları yaldızla. Sana olan aşkımı bir sabah rüzgârı gibi estir. Pencerelerinin önünde, gözlerini yıldızlara atfedip şifa bekleyen hastaların ciğerlerine dolayım ferahlık vereyim. Kalbimi ez. Milyonlarca zerreye ayırıp her birini nevmit bir kalbin içine bir ümit tohumu gibi at. Orada büyüyeyim. Üşümüş ruhları ısıtıp sana doğru yükselteyim. Aklımı erit ve güneşin ziyasına karıştırıp mecnunların, şaşkınların, avarelerin, perişan akıllıların gözlerinden dimağlarının içine nüfuz ettir. Karanlık zekâlara aydınlık götüreyim. " Çok derin bir aşk vardı bu duada ve ben de onu hissetmeye başlamıştım. O bir kaç yağmur damlası beni özümü aramaya yönlendirmiş, kalbime büyük bir iman ve şuur katmıştı. Artık mevsimlere, mekana, eşyaya bağlı bir mutluluğum ve mutsuzluğum kalmamıştı. Bu kayıtsızlık değildi, aşktı.. Öyle bir hale geldim ki artık bütün derdim rüzgarın beni yine şiddetle uçurması, tersime döndürmesi hatta sahibimin bulamayacağı kadar uzak ve ıssız bir yere atmasıydı. Münzeviliği sevmeye başladıkça ve bu münzevilikte yaşamaya başladıkça etrafımdaki şemsiyeler siyahlarımın arttığını söylüyorlardı; fakat siyahlığımın artışıyla bir huzurdan diğer huzura atladığımı görmüyorlardı. Ben de matmazel gibi kalbimdeki en derin kuyulardan dua etmeye başladım. Biliyordum O bana yakındı ve beni duyuyordu. 


Bir gün yine dışarıya çıktık. Öyle bir yağmur öyle bir rüzgar vardı ki sormayın gitsin. Sahibimde derin bir hoşnutsuzluk, bende ise derin bir sevinç vardı. Duamın gerçekleşeceği zemin hazırdı ve bu zeminde daha çok dua ederek, daha fazla yakınlaştım O'na. Meğerse en zorlu zamanlar, en güzel zamanlarıymış şemsiyelerin... Bir süre sonra o rüzgar fırtınaya döndü ve duam gerçekleşti. Rüzgar beni öyle uzak ve öyle ıssız bir yere attı ki kimse ulaşamıyor.. Şimdi içime artık, sadece rahmet doluyor.. Taşıyorum, taşıyorum, taşıyorum... ve rahmete daha çok doymak için ters olmaya adıyorum kendimi..

-Sevilay Meraler-

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder