28 Mart 2013 Perşembe

AN/ILAR/ PİERRE LOTİ MEZARLIĞI


Bir yanda coşkulu haliyle akan bir hayat ve yaşamak keyfi, diğer yanda en ıssız haliyle hayata bakan ölümün evleri. Bir yanda hayata yüklediğimiz devimsel anlamsızlık; diğer yanda hayatın kendine yüklediği durağan anlam.. Bir de zıtlıkların arasına sıkıştırdığımız hayatımız.. 

İstanbul.. Hayatın bütün yüzleriyle aynı zamanlarda karşılaşabileceğiniz tek şehir.. İstanbul'da her mekân, hayatın farklı ruh hallerini yansıtır ve insan hayatı İstanbul'da biraz daha iyi anlar.
İstanbul'a gittiğimde ziyaret ettiğim yerlerden biri de Eyüp Sultan Mezarlığı idi. Eyüp Sultan Mezarlığı, dünyanın en büyük mezarlıklarından biri. Ölümün taşa yansımış bütün yüzleriyle karşılaşabileceğiniz yegâne mekân.. İlk defa ziyaret ettiğim bu mezarlıktaki mezar taşlarının etkileyici duruşları, oldukça dikkat çekiciydi. Kalabalıktılar, tıpkı bizim gibi.. Bir an bu mezar taşlarının duruşlarıyla  kendi duruşumuzu aynı toprakta anımsadım.. Ne kadar da farklıydık, ne kadar da zıt... 
Eyüp Sultan mezarlığında yürürken, arada mezarlıkların önünde durup, orada yatanlar için Fatiha okuyordum. Mezar taşlarını okurken;  üzerlerinde Necip Fazıl Kısakürek ve bir çok ünlü ismi görünce oldukça şaşırmıştım. Meğer burası sahabeye komşu olma isteğiyle gömülmek isteyenlerin oluşturdukları, bir çok alimin, din adamının, şairin, yazarın mekan tuttuğu ölüler ülkesi imiş.. Mezarını görünce aklıma üstâdın 'Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber; hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber?' sözü geldi. Ne güzel söylemişti üstâd ve ölümü nasıl da güzelliğe büründürmüştü.. Sonra 'Başucumda ne nutuk, ne şamata, ne medh, ne şu, ne bu... Sadece Fatiha ve Kur"an..' vasiyeti üzerine üstâda bir Fatiha okuyup oradan ayrılmıştım. 
Diğer durak Pierre Loti Tepesiydi. Pier Loti Tepesi, asıl adı Eyüp Tepesi olan ama daha sonra Fransız yazar Pier Loti'nin ismini alan bir tepe. Tıpkı şiirlerimizdeki Ayşe'nin, Fatma'nın yerini batı hayranlığı adına Anna'nın, Sophıe'nin aldığı gibi.. Yokuş yukarı çıkarak vardığım bu tepeye çıkıp çay içerek Haliç'i seyretmek gerçekten güzeldi.
Pierre Loti Tepesi'ndeki çay keyfi, neşeli sohbetler ve objektiflere gülümsemeler, zıtlıkları da içinde barındırarak akıyordu hayata. Bir yanımda yaşamın keyif verici tadıyla demlenmiş çayım, diğer yanımda mezarlıkların ağız tadını bozan kederi.. Keyif ve acının arasındaki zıtlıkta kalmış; aklımın gözleri buğulanmıştı. Aslında Pier Loti Tepesi ve Eyüp Sultan Mezarlığı yaşamı algılama anlayışımızın mekâna yansımış fotoğrafı gibiydi. Pier Loti Tepesi hayatın; Eyüp Sultan Mezarlığı ölümün adıydı. Örneğin, tepeye çıkıp mezarları seyredişimiz, ölüme bakışımızla aynıydı; biz de ölüme tepeden bakıyorduk. Önce mezarlığı ziyaret edip, sonra yokuş yukarı tepeye çıkışımız, hayatı bir ova rahatlığında aramayı bırakıp, yokuş yukarı yorgunluklarda heba oluşumuza benziyordu. Hayat ölümde, ölüm ovadaydı ve ova yormazdı insanı. Ömrünü yokuş yukarı çıkmaya adayan insanın, öze dönüşünün yokuş aşağ, tepetaklak ve toprağın altı oluşu ise ayrı bir vakıa idi. Hayat başımızın üstünde, ölüm ayaklarımızın dibindeydi ve ölüm bize çok yakındı. Bunca yakınlığa rağmen, zamanını ve şeklini bilmemezliğin acizliğinde olan bizler, yaşamaya sımsıkı tutunmaya devam ediyorduk ikinci çayı ısmarlarken... Aslında ölüme tepeden bakmayı ve hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamayı bir kenara bırakıp, bu yaşamak hızını ve hırsını terk etmemizin zamanı çoktan gelmişti. Yaşadığımız her anı son anımız bilip, bu göçe hazır olmamız gerekiyordu. Ölüme zaman biçmek bizim işimiz değildi; ve Heidegger'in dediği gibi; "Yeni doğan biri, ölmek için yeterince olgundu." 
 -Sevilay Meraler-

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder