Huzurundayım, Rabbim! Kendimin
ellerinden tutarak bakıyorum sana. Bu duruş, benim
Sen’den başka kimsemin olmadığının en büyük delili...
Bir şair yalnızlığıyla değil, şuurumun
kalbime aktığı bir yalnızlıkla
karşındayım.
O beyinlerin çatlayacağı gün, kalabalıksız
durmaların çarpıntısıyla.
Karşı kıyıları keşfetmiş, bir mümin kaygısıyla.
Bütün kalabalıklar seccademin sınırları dışında...
İnsanlar, cümleler, eşyalar...
Karşındayım, yalnız...
Sağ elim, sol elimin üstünde…
Ancak böyle okuyabiliyorum
ayetlerini. Yani bütün şerler, hayrın
elleri altında iken. Sağ elim,
sol elimi tutuyor; tıpkı bir annenin
tandıra koşan çocuğunu
tutar gibi... Hem İbrahim de sağ
eliyle devirmişti sanemi. Kendimi
Sen’in için tutuyorum. Yoksa bu
popüler zemin beni cennetimden
alıkoyacak biliyorum. Yani Sen’i
görebilmenin güzelliğinden. Bizleri
Rabbim, muştulu olanlardan
eyle!
Huzurundayım! Gözlerimdeki
perdelerin sayısı, âlemlerinin
sayısı kadar... Suda boğulanlara
da şahidim, denizin yarıldığı yolda
gidenlere de... Lakin kalbim,
müşkülpesent! Seni görmemek
için türlü handikaba sevdalı!
Günde beş vakit dilimde olan
Leyla, gözlerime oturamadı henüz.
Seni söylemek kolay ama ya
görmek Rabbim? Bir çiğ tanesi,
bir karıncanın nefesi ama... Perdelerimizi
kaldır Rabbim!
Omuzlarımdaki ağırlık, muvazenesiz!
Dünyayı sırtlarken, bütün
varlığımı sol omzuma yükledim.
Çünkü bütün yükleri taşıyacak
kadar güçlü görünüyordu. Bu
yük ile hep aksayarak, hep düşerek yürüdüm; bir ahmak gibi,
düşmeme ihtimalini göz ardı ederek,
bir hiç uğruna ve yılmadan…
İlerlediğimi sandığımda, ayaklarımdaki
çivileri fark ettim. İnsan
yürüse de ilerleyemeyebilirmiş,
onu da öğrendim. Yıllarca aynı
durağın, farklı vakitlerde değişen
rengini, başka şehirler sanmışım.
Ne büyük yanılgı! Öyleyse yükümü hafiflet Rabbim, yolumu dengele!
Kalbim ise Rabbim, kalbim,
Sen’in dışında bütün tutulmalara
karşı müdebbir. Kapıyı açık
unutursam katran karası belalara,
Sen’siz diyarlara savrulacağım,
biliyorum. “Kalp, rüzgârın kırda,
bir oraya bir buraya savurduğu
bir tüy gibidir” demiş güzeller
güzeli peygamberin. Şimdi ben,
bu nefislerin dağ gibi sabitlendiği
kentlerimizde, betonlar arasında
savrulup duran kalbimi kristal
bir fanusa benzeyen nurunla
korumaya çalışıyorum! Ve fakat
kalpler demir, gözler bakır! Koru
kalbimi Rabbim!
Kıyamda duruyorum; ama ateş
üstünde duran o ihtiyar Hint fakiri
gibi... Yerden serinletme sistemine
alışkın tabanlarımızla bunu
nasıl hissediyorum bilmiyorum.
Fakat o fakir, şovunun kazancında
mutluyken, benim ayaklarım
dördüncü derece yanık! Şimdi
o ateşi saklama gayretindeyim.
Nasıl saklanır da bilmiyorum ki.
Sanki saklamaya çalıştıkça daha
alımlı oluyor. Ezanınla yayılan ismin
de aşikâr ama... Bilmiyorum
işte, nakıslığım çok! Gizimi ve cehaletimi
koru Rabbim!
Bu hologram çağında, artık her
yer balığın karnı gibi... Deniz
diye atladığımız her mavilik bir
karanlığa götürüyor bizi. Biz ise
Yunus değiliz, Yusuf değiliz... Hiç
olamayacağız gibi duruyor. Boğdukça boğuyor bizi mavilikler.
Bir huzur diğer huzurun cellâdı
oluyor. Mavilerimiz ateş mavisi…
Bizi affet! İnsan cennette suni
cennetler icat edecek kadar maharetli
vesselam... Ve fakat bütün bu
afur tafur yürüyüşlerimizin sonu
önünde kapanmakta son buluyor.
Bize yardım et!
Sana teslimiyetimizi müthiş bir
asudelik içinde anlatmak Sen’in
bize verdiğin en büyük cezalardan
biri gibi duruyor. En ihtişamlı
sofraları teşhir edip şükrediyoruz,
en artistik pozumuzla Sen’den bir
parça taşıdığımızı, cümle âleme
kanıtlıyoruz. Fırtınasız, boransız,
bombasız teslimiyetlerimizle
nasıl da mağruruz! Ölümlerin
magazinleştiği bir çağda, şerha
şerha açılmış bedenindeki acısını
dindirmek için ayetlerine sarılan
çocuk gibi olmadıkça anlayamayacağız
ciddiyetini. Bizi, lakaytlığımızdan koru!
Bu dünya ayağımıza çelme takıyor
Rabbim. Attığımız her adımın önünde devasa bir taş var ve dünya
yaşlandıkça taşlar büyüyor. Mescit
diye yarattığın yeryüzünde,
gökdelen gibi ayakkabılarımızla
yürüyoruz. Artık bastığımız her
yer, mülevves... Topuklarımı söküyorum ilkin, sonra da aymaz
bir aynaza atıyorum, ayakkabımı.
Sana ancak, özgür bir ayakla gelebilirim
diyorum. Düştüğümde
kanayan dizlerimi de yine kendi
ellerimle örtüyorum. Bütün bedenim,
karşında saygıyla eğilmişken, yaralarım Âdem’in ayıbı gibi
mahcup...
Hem karşına açıklarımla çıkamam
ki!
Yok, ben Sana yarasız gelmeliyim!
http://www2.diyanet.gov.tr/DiniYayınlarGenelMudurlugu/DergiDokumanlar/Aylik/2016/aylik_agustos_2016.pdf
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder