çok sonra anlıyor insan,
O'nsuz olmanın ne büyük bir yoksul/nluk olduğunu.
O'nsuz kahkaların ağıt,
O'nsuz hazların azap,
O'nsuz seyahatlerin zindan olduğunu!
ağlayarak doğduk! dünya, güven ve sevinç diyarı değildi, biliyorduk. bu gerçeği, o en körpe halimizle nasıl öğrenmiştik, bilmiyorum;
ama kesinlikle biliyorduk. çünkü ağlamak hiç bir zaman bilmeden olmadı. yani bu
dünyaya gelen-göçen hiç kimse "kazara" ağlamadı..
doğduk! saf bir ezan okundu ruhumuza. sakinleşmemiz
belki de sırf bu sebep ileydi; belki, sırf bu sebep ile biraz da olsa
sevdik dünyayı. çünkü içinde O vardı. sözle, sesle, ritimle, emirle ve müjdeyle...
sonra yaşamaya başladık. yaşamak, marjinal bir
yolculuktu. marjinalleşmeye başladık.
yoldaydık ve tedbirliydik. sağlam akılların yaptığı, sağlam pusulalarımız vardı. akla göre kaybolmazdık yani... fakat nereye yöneldiysek yönsüzleştik..
pusulaya pusa pusa, pusularda zay olduk...
mahvolduk...
neden sonra sevemedik dünyayı; çünkü yol kısaldıkça, kahrımız uzuyordu sanki. uzun olan yol muydu, kahır mıydı çözemedik; ama şüphe götürmez bir gerçek vardı. kahroluyorduk!
bir "şey" veya bir "şeysizlik" yakıyordu ya bizi!
hayatımızı...
sevincimizi...
neydi, bilmiyorduk!
her şeye de sahiptik halbuki. seküler tatlardan mahrum
da değildik hani. bazen, mükemmel olmasa da mutlu oluyorduk. hatta mutluluktan kendimizi uçuyor zannediyorduk.
meğer, bizi uçuran "kalbimizin hafif meşrepliğiymiş..."
bilemedik!
bilemedik!
hâlbuki, bizi gerçekliğe, bizi
mükemmel mutluluğa sabitleyen, "O'nun kalbimizdeki ağırlığıymış..."
çok sonra öğrendik...
o pusula var ya o pusula! o yetim kalası, o öksüz kalası metal parçası!
meğer onun kuzeyi nefsimizi, güneyi aklımızı, doğusu bedenimizi, batısı batıllığımızı gösteriyormuş.
meğer onun kuzeyi nefsimizi, güneyi aklımızı, doğusu bedenimizi, batısı batıllığımızı gösteriyormuş.
meğer, o metal yanılgı, O'ndan başka her yere yöneltiyormuş!
yani mutsuzluğa...
yani huzursuzluğa...
yani anlamsızlığa...
çok sonra anladık..
kahretsin!
-Sevilay Meraler-
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder