30 Mayıs 2013 Perşembe

MODERNİZME SATAŞMALAR/METAL YANILGI





çok sonra anlıyor insan, 
O'nsuz olmanın ne büyük bir yoksul/nluk olduğunu.
O'nsuz kahkaların ağıt,
O'nsuz hazların azap,
O'nsuz seyahatlerin zindan olduğunu! 


ağlayarak doğduk! dünya, güven ve sevinç diyarı değildi, biliyorduk. bu gerçeği, o en körpe halimizle nasıl öğrenmiştik, bilmiyorum; ama kesinlikle biliyorduk. çünkü ağlamak hiç bir zaman bilmeden olmadı. yani bu dünyaya gelen-göçen hiç kimse "kazara" ağlamadı.. 

doğduk! saf bir ezan okundu ruhumuza. sakinleşmemiz belki de sırf bu sebep ileydi; belki, sırf bu sebep ile biraz da olsa sevdik dünyayı. çünkü içinde O vardı. sözle, sesle, ritimle, emirle ve müjdeyle...

sonra yaşamaya başladık. yaşamak, marjinal bir yolculuktu. marjinalleşmeye başladık.

yoldaydık ve tedbirliydik. sağlam akılların yaptığı, sağlam pusulalarımız vardı. akla göre kaybolmazdık yani...  fakat nereye yöneldiysek yönsüzleştik.. 
pusulaya pusa pusa, pusularda zay olduk...
mahvolduk...

neden sonra sevemedik dünyayı; çünkü yol kısaldıkça, kahrımız uzuyordu sanki. uzun olan yol muydu, kahır mıydı çözemedik; ama şüphe götürmez bir gerçek vardı. kahroluyorduk!

bir "şey" veya bir "şeysizlik" yakıyordu ya bizi!
hayatımızı... 
sevincimizi... 

neydi, bilmiyorduk!

her şeye de sahiptik halbuki. seküler tatlardan mahrum da değildik hani. bazen, mükemmel olmasa da mutlu oluyorduk. hatta mutluluktan kendimizi uçuyor zannediyorduk.

meğer, bizi uçuran "kalbimizin hafif meşrepliğiymiş..."

bilemedik!

hâlbuki, bizi gerçekliğe, bizi mükemmel mutluluğa sabitleyen, "O'nun kalbimizdeki ağırlığıymış..."

çok sonra öğrendik...

o pusula var ya o pusula! o yetim kalası, o öksüz kalası metal parçası! 
meğer onun kuzeyi nefsimizi, güneyi aklımızı, doğusu bedenimizi, batısı batıllığımızı gösteriyormuş. 

meğer, o metal yanılgı,  O'ndan başka her yere yöneltiyormuş! 
yani mutsuzluğa...
yani huzursuzluğa...
yani anlamsızlığa...

çok sonra anladık.. kahretsin!
-Sevilay Meraler-







24 Mayıs 2013 Cuma

KİMSENİN ÖLMEYE VAKTİ YOK

söyle anne bu tufanda benim yüreğim nerede duracak...



Mahmut Yavuz... Değerli bir yazar, değerli bir şair, değerli bir mamoste.. Hayatı deşifre edenlerden ve benim de çok sevdiklerimden.. Dün, güzel bir tevafukla karşılaştığım bu değerli abimin elinden yeni çıkmış kitabını almak ve onunla sohbet etmek baharı biraz daha güzelleştirdi.. Kitaptaki bütün şiirler güzel. Hangisini seçeceğimi bilemedim; ama bu şiirde okuduğum bir kaç mısra tutulma yarattı.. Modernizme şiirle de sataşılır savının en güzel örneklerinden.. Bu şiir... Çok şey anlatmakta... Kalbinize sağlık hocam.. Varolun...

kimsenin ölmeye vakti yok
toplu ölümler çağında
hep beraber kokacak ruhu insanın
hep beraber metropol
dilsiz ve naçar
rüyalarda tükenecek

kimsenin zulüm ellerinden
ve özgürlük düşmeyecek dilinden
kök ve tohum aklına gelmeyecek
sıla-i rahim itikâf istihare

sentetik düşünce
çok işlemcili hayal
çok uluslu şirketler
fatura ve dijital kitabe
 yeryüzüne dair kozmik hatıralar
şah beyit mersiye an'ane
söyle anne bu tufanda
benim yüreğim nerede duracak

bu yüzden
kazaya bıraktığınız namazlarınız
nadasa bıraktığınız düşleriniz
hangi âmîn'e çıkıyorsa
kardeş kanından
yıkayarak ellerinizi
üşenmeden sayarak günahlarınızı
usulca sokularak yanlarına
çocuklarınızın
lütfen alınlarından öpünüz...





13 Mayıs 2013 Pazartesi

MERCAN ŞİFASI



Beni O'na nakşeden,  aziz dostuma ithaftır....

Hangi tılsımın hesabı ya da hangi kehanetin bilinmezliğidir, bilemem duruşun ... 

Ey bilmezlerimin çokluğunu kanadına yükleyen simurg... Ey kilitleri bin yılllık yalnızlığı yaşayan kütüphanem... Kapını bana açtın açalı, azâd oldu dünyaya sahipliğim. Kibrit-i ahmer gibi dokundun, kirli fikirlerin girdabına kapılan aklıma... O kırmızı taşı elime tutuşturdun tutuşturalı, yolllarım Bir'de birleşti. Heybesinde sıratı taşıyan derviş gibi yüklendim yalnızlığı.


Şimdi, sadece, erdemin aynasına yansır yüzüm ve pişmanlık artığı yollarım, selamet denizine dökülür artık... Bir mercan şifası dokunur duama ve bir safir ışıltısı aydınlatır düşlerimi. Mavi bir nilüfer gibi, gecelerde kapanıp suya batan yüreğim, karası kalmayan günlerle, kendi denizinde, en güzel haliyle arz-ı endam etmekte... 


Ey bitmek bilmez yolculuğunu, kum iklimine miras bırakan saba... Gaybın adamları gibi varlığı ârâfta suskunluğun, hangi kıyametin çığlığını susturur bilemem ve bilemem hangi ülkenin ütopyasında son bulur  yolculuğun... 


Özümün nuru dostum... Duamdasın.. Sonsuza dek...



-Sevilay Meraler-

8 Mayıs 2013 Çarşamba

KALBİN AKLI VE EBUKURBAN

Onların kalpleri vardır, fakat bu kalplerle gerçeği kavrayamazlar -Araf/179-


ne kadar bilirsek bilelim, ne kadar okursak okuyalım, ilişkilerimizde sezgilerimize güvenir ve kalbimizin söylediklerine de kulak veririz. çünkü biz insanız ve hissederiz. -bazen yanılsak da.. - yazık ki aklın aklının kışkırtmaları ve aklın aklının vesveseleri dört yanımızda; bu yüzden, kerhen de olsa heybemizde önyargıları, şüpheleri ve güvensizlikleri taşıyoruz. haklıyız da belki... çünkü allah'ın artık çokça anılmadığı kalplerle iletişim ku/ırmak, maalesef bunu gerektiriyor. tekrarlanan kırıklıklar da yaşamak istemiyoruz hani... yani kalplerimizdeki kesikler keder için kâfidir diyorum, kesiklere tuz basmak niye ki? bir de maddi ve manevi anlamda verip verip alamamak da var ya hani... vallahi yoruyor, eksiltiyor insanı... yani biz allah değiliz ki verdikçe azalmayalım?!! hem seçici olmak zorundayız.  "bir kere düşer insan yeryüzüne bir kere!" der cündiğoğlu. 
evet bir kere düştük, bir kere yaşayacağız, bir kere öleceğiz ve Bir'e gideceğiz.. maceraya gerek yok hani!

biliyor musunuz, yukarıda sıraladığım olumsuzluklar, kalbinde allah'ın mekân tuttuğu insanlar arasında söz konusu değildir. bu argümanı daha önce de okumuştum ve buna inanıyordum; fakat yine de insan olmamız ve kalplerin dönebilmesi ihtimali yüzünden küçük de olsa şüphe taşıyordum. sonra bunu kalbime inandıracak bir kaç insanla tanıştım ve bu argüman , argüman olmaktan çıkıp, benim için bir gerçeğe dönüştü. hani hayat sadece an/laşmaktı ya.. işte biz allah'ı sevenler, birbirimizle an/laştık. önyargısız, sorgusuz, olduğu gibi ve özgürce.. bütün kusurlar ve eksiklerimizle.. mükemmelin sadece O olduğunun bilinciyle.. birbirimizi sevmek, birbirimize güvenmek sadece bir kaç salisemizi aldı. çünkü biz aklın aklını araya koymadık. ne güzel söylemiş topçu: "akıl bekliyor ki duyumlar alınsın, deliller toplansın, öncül­lerden sonuç çıkarılsın. tenkid harekete geçsin; tercihler yapılsın; gerçekle zaruretin üzerinde durulsun. kalp ise içten bir temas ve bir işaretle çoktan bu mesafeyi aşmıştır. akıl daha başlangıçta iken, kalp işini biti­riyor bile. "  evet bizim de dost olmamız için bu kadar aşamaya ve zamana ihtiyacımız yoktu! akıl tamamen yok muydu? vardı elbette! ama bu akıl, her şeyi yakıp, yıkan bir aklın aklı değil, her şeyi onaran bir aklın, yani kalbin aklıydı. yani biz aklımızın kaynağını kalbimizden almıştık. dostlar uzağımda; ama ayrı değiliz.. çünkü "birbirlerine dua edenler arasında ayrılık ve uzaklık söz konusu değildir " der Şeriati..

dostlarım var benim; onlarda özgürleşebildiğim dostlarım.. O'nun sevgisiyle dolup taşan çok güzel dostlarım... kendine allah'ı dost edinen ve dostluğu allah sevgisi üzerine inşa eden dostlar.. aynı dili konuşuyoruz biz, yani o'nun dilini... şeytan bozmasın!!

bizleri dost eyleyen rahmana hamd u senalar olsun ve rahman, dostların varlığını yüreğimizde daim kılsın inşaallah.. 

bu dostlardan biri de çok hoş bir tevafukla tanıştığım değerli yazar, aktıvist ve sevgi insanı, dost ebubekir kurban'dır.  ebukurban dostlukla ilgili olarak der ki: "dostluk; olmuşa, olana ve olacağa tebessüm etmektir. ulaşılmışa ve ulaşılacak olana yürümektir. su gibidir. o sizde, siz onda akar gidersiniz. zaman mekândır onda, mekân da zaman; yani varsa yanıbaşınızda bir dost, alıp başınızı pervasızca gidebilirsiniz, gidebileceğiniz yere kadar.." 

aşağıda "yazdığını yapan, hissederek yazan" sevgili dostumun çok sevdiğim bir yazısını ekledim. deruni... anlayana tabi..  okuyalım inşaallah... 

âmin 

dünyaya gözlerimi açtığım o ilk anda, ilk yeminime sadık kalabilecek miyim endişesiyle ağladım.

senden kopma, seni incitme ihtimalinin adıydı dünya.

sen, yerin ve göğün ve her ikisinin arasında bulunanların rabbiydin.

annemin beni ilk sarışında duyduğum sıcaklık da sakinleştiremiyordu beni. ağlıyordum sürekli. aslî vatanımdan ayrılmıştım: senden.

emdiğim ilk damla süt, şefkatin, güvenin, insan olmanın vazgeçilmeziydi ama bir diğer tarafı da yeryüzündeki garipliğimiz, yetimliğimizdi.

sen benim rabbimdin, beni ilk muhatap alandın, benimle ilk konuşandın, ben de ilk seninle konuşmuştum; dostumdun, vatanımdın, bana beni veren, bana her şeyimi verendin.

şimdi diline yabancı olduğum bir yerdeydim. gördüklerimi kimin diliyle tanımlayacaktım.

senden gelen ve her halükârda sana dönecek olan ben olarak dönebilecek miydim, dünyaya gözlerimi açtığım o ilk anın sâfiyetiyle... 



-sevilay meraler-


2 Mayıs 2013 Perşembe

ARKADAŞIM BAYKUŞ

Beyaz  bir yaprak olup serildim yeryüzüne..
Elini bıraktığım ağaç da beyazdı, üzerine düştüğüm çimler de...
 Tek arkadaşım baykuştu ...


Diyorum ki; Allah'ın yarattığı her şeyi tanımaya çalışmalıyız. O güzeldir; dolayısıyla yarattığı her şey de güzeldir. Tanımadığımız bir çok şeyi tanıyınca sevebileceğiniz gibi; bu yazıdan sonra baykuşları da sevme; hatta baykuşlara saygı duyma ihtimalimiz artacaktır; yani inşaallah :)) 

Biliyor musunuz?

Baykuş maviyi gören tek kuşmuş. 

Yani sen 
Martı ol, mavilerde serserice dolan, 
Kuğu ol, en kibar halinle mavilerde hava at, 
Sumru ol, mavinin en besili balığını yakala,
Ama baykuş gibi maviyi göreme!

Baykuş, gözleri yüzünün  önünde olan ve derinlik algısı en yüksek olan tek kuşmuş. 
Yani sen, 
Kartal ol, bütün yeryüzünü detaylarıyla tara,
Akbaba ol, leşler her iki gözünden kaçmasın,
Deve kuşu ol, en büyük gözler senin olsun,
Ama baykuş kadar derinliği göreme!


Baykuş, en sesssiz uçuşa sahip tek kuşmuş.
Yani sen, 
Serçe ol, ufacık ve çelimsiz kanatların olsun,
Güvercin ol, kanatların barışın simgesi olsun,
Kumru ol, aşkına meftun olsunlar,
Ama baykuş kadar sessiz olama!

Baykuş insanların sevmediği, uğursuz saydığı tek kuşmuş.  
Yani sen, 
Tavuskuşu ol, insanlar seni dinlerine tanrı yapsın,
Simurg ol, erdem, diğer adın olsun,
Yusufçuk ol, ötüşün ağıtlara name olsun,
Ama baykuş kadar mağrur olama!

Baykuş, bu sert görünüşüne rağmen en yumuşak kanatlı kuşmuş.  
Yani sen, 
Kanarya ol, sesine herkes meftun olsun,
Bülbül ol, anıldıkça hüzünleri sal,
Turna ol, türküler yakılsın uğruna,
Ama baykuş kadar yumuşak olama!

Erkek baykuşlar, eşleri uyurken dengesini kaybedip düşmesin diye onlara yastık olurlarmış.
Yani sen angut ol eşin ölünceye kadar gözlerini gözlerinden ayırma,
Leylek ol, bir ömür tek eşle yaşa,
Ama baykuş gibi eşine güvenilir bir omuz olama!

Ne kadar enteresan  değil mi?

Yine demem o ki; bütün baykuşları sevelim! İnsanların da bazılarını sevelim! İnsanlara  hakaret etmek için de "baykuş gibi" demeyelim! "İnsan görünümlü" diyelim, hakaret için kâfidir! Velhasıl her şey görünmediği gibidir. Deruni bakmak elzemdir. Yoksa eksiğiz..








-Sevilay Meraler-