18 Mayıs 2015 Pazartesi

KIYIM

Ömür, kıyımlar toplamıdır... sm



nsanlar kıyıcıydı, kitaplara kaçtım, demiş Cemil Meriç, sanki kitaplar çok merhametliymiş gibi.  Kitaplar da kıyıcıdır ve insan bir ömür kıyıcılar arasında gider gelir. Sahi, kim kitaplara kaçıp mutlu olmuştur ki? 

Kitapların ön sözünden sızan o mâkus mevsimlerin kokusunu almayan veya sayfaları her çevirişinde ayrı bir dünyanın ağıdını duymayan var mıdır? 

Zaman denen dikenli tarlada yürüdükçe kanlar içinde kalan bir ceylandır insan. Mutluluğu aradığı anda kaybeden,varoluşsal acılarla donatılmış bir vadi rüzgârdır. Kaçışlardan medet uman, fakat her kaçışında ayrı bir ölümle karşılaşan muhacir bir kuştur. Kaçar insan... İnsandan kitaba, kitaptan toprağa... Merhameti arar.

Merhameti bulayım derken, ayağı bilmeye takılır ve o artık bir tutsaktır. Okudukça tasalanır insan. Lâkin, kitapların sonu gelir de tasaları sonu gelmez. Lanetlenir. "Bilmek lanetlenmektir" demiş Adorno. O lanet, bilenleri sarmış gibi... Yoksa, yerden biten otlar gibi çoğalan bu mutsuzluğun nedenini neyle açıklayabiliriz ki? 

Bilmek, insanı yakan bir ateştir bazen. Zweig Kleist'in hayatını anlatırken, ünlü filozofun "Beni her şeyden önce bilmek denen şey iğrendiriyor" cümlesini, "kitaplarından yükselen korkunç bir alev "olarak tanımlamıştır. 

Kitaplar... Üzerine yeryüzü düşmüş bir adam gibi ezebilir insanı. Apansız karşılaşılan bir cümle, insanı cendereler vadisine sürükleyebilir.

Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti.” diyen Pamuk, kim bilir ne cümlelerle karşılaştı, hangi paragrafları hayatındaki değişime şayeste kıldı bilemeyiz. Fakat bu cümlenin bir çok kişinin gerçeği için kuşku götürmez bir gerçek olduğunu kabullenmeliyiz. 

Değil mi ki kelimeler, gözlere kazınan kıyamlardır.

Kâinatı okumak da aynı hüznün yarasıdır. O vâsi deryalardan yükselen nidalar, yazarların figanlarından az değildir. İnsanı çepeçevre kuşatan o ağıt,  bir cani gibi takılır hazların başkentine. 

İnsan... Bir gölge çiçeği. Karanlık bir şakayık. Işığını gövdesiyle engelleyen bir varlık ve kimsenin gölgesi kendisinden uzun değil!

.../
bendim kendimde bir yara
büyüdüm kanaya kanaya

günlerin sargısı sarmaya
yetmedi, -hayatın eczası
bir ceza gibi ve ezâ...
habis bir sonbahar
geldi, yerleşti
oraya, buraya

diyor şair. Nedeni ne ola ki? Bir şair, ömrünün sonbaharında neden hayatı bir yara olarak görür ki? Kitaplar, ona kıyamadığı için mi?

Bilmenin, ruhuna simetrik kesikler attığı şairlere, bilmenin girdabında boğulan yazarlara, düşünmeyi cüzzamlı bir sevgili gibi sevenlere selamla...

Sevilay Meraler


Şiir: Hilmi Yavuz




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder