16 Ağustos 2014 Cumartesi

TUZ

İnsan beyaza basarak temizlenir mi?

Otobüsle Tuz Gölü'nün önünden geçiyoruz, bembeyaz bir zemin ve masmavi bir gökyüzü var. Tuz ve bulut... İki beyaz... Birbiriyle yarışır gibi duruyorlar. Galiba kurşuni renklerin bu yarışta yeri yok! Güneş ışıklarının yerin ve göğün yüzüne vuran ışıltısı, billur bir cenneti andırıyor. Huzur veriyor bu beyazlık, -gözümüz çok kararmış galiba- hayran kalıyorum.


Tuz Gölü üzerinde yürüyen insanlar var. Uzaktan hepsi siyah elbiseler içindeymiş gibi görünüyorlar. İnsanları karıncalara benzetiyorum. Hangi niyetler içinde olduklarını bilmiyorum, beni sadece onların, tuzun üzerinde yürüme nedenleri ilgilendiriyor.


İnsanlar basıyor. Tuza, beyaza, suya... Yani kedere, saflığa, öze...


Sahi, insanlar
 neden  tuzun üstünde yürür ki? diye soruyorum kendi kendime. Müspet, menfi bir çok ihtimal geliyor aklıma.

Önce, kirletecek beyaz kalmasın diye yürüyorlar diyerek menfi bir ihtimal düşünüyorum. Yok yok beyazı ezmekten zevk aldıkları için diyerek, diğer menfi ihtimali sıralıyorum.


Canım sıkılıyor!

Hadi müspet olayım, diyorum! Kendini cennet beyazında görmek, bir ukba hasreti gidermek veya mahşer adaletini buradayken yaşamak diyorum. Uzak ihtimal...


Sonra insanın yaraları geliyor aklıma. Öyle ya! İnsan yaralarla dolu.

Kalpler kesik kesik; kalpler dikişli ve sargılı... Belki de kalplerine tuz basmak istiyorlardır diyorum. Malum, tuz kristalleri hem yakar hem keser. Bunca yaraya rağmen yine yaralanmak... Heyhat! Yanmak hangi varlığa bu kadar haz verir ki? 


Yürüyorlar. Hayatları suya sağlam basıyor. Oysa ölüm de var. Ölümü hatırladıklarını düşlüyorum; o an tuzla buz oluyor her şey! Dağılıyor hayat ve tadı tuzu kalmıyor keyiflerin, umutların, gülmelerin... Yakın ihtimal! Tuz da ölüyor.






Sevilay Meraler




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder