25 Ekim 2013 Cuma

İKİ KİTAP-İKİ HÜZÜN-İKİ ÜMİT

       Hiç yaşamadım ki... Ölemem o yüzden...


İki kitap var elimde. İkisi de O'na götüren türden. Değerli bir hocamın vasıtasıyla okuyorum. Okudukça, aklanmaya ihtiyaç duyuyorum, okudukça paklanmaya... Kendime yöneliyorum. Kapılarımdan  içeriye girmek istiyorum; kapı dışı ediliyorum. Mevlana: "Bizde kapılar içeriye doğru açılır.." demiş. Ben kapılarımı hep dışarıya doğru açmışım galiba... Kapı/lıyorum.. 

Yine sersemliyor hümanizmim ve yine sersemliyor rasyonalizmim.. Sarsılıyorum, donuyorum.. Akla isyan, bütün ağırlığıyla basıyor; adımlarının izi, ruhumdakalıyor.. Modernizmimin köküne kibrit suyu döküyorum.. "Ben"e dair ne varsa yıkmaya çalışıyorum; lakin kalıntıları çok; çünkü kalabalığı da çok.. Ya esef!!

İlk sayfada, İbn-i Arabi'nin "İnsanların taş üzerine kazıdıkları yüzyıllık yazılar, Allah için suya  üstüne yazılmış yazı gibidir.." sözünü görüyorum ve bu ilk cümle bile gönlümü çarpıp geçmeye yetiyor.. Meğer, O'nun yazılmadığı her kelime anlamsız, O'nun olmadığı her cümle bomboş, O'nun akmadığı her damla mürekkep suretsizmiş diyorum ve gözlerimden bin bir pişmanlıkla akıyor okuduğum O'nsuz kelimeler.. 

Arabi'nin bu sözünü okuyunca, aklıma, Mardin Camii Kebir'in minaresindeki, kufi yazıyla yazılmış, iki kitabe geliyor. İlkinde " La İlahe İllallah Muhammedün Resuallah -Allah'tan başka ilah yoktur, Muhammed (s.a.) O'nun elçisidir-"; ikincisinde "Ve men yetevekkel alallahi fehuve hasbuh. Kim Allah’a tevekkül ederse, Allah ona yeter-" yazıyor. 

Önce, "İnsanların, Allah'ı taş üzerine kazdıkları, yüzyıllık aşkların/yazıların bulunduğu" bir şehirde yaşıyorum diye seviniyorum; ama sonra kurşuni bir hüzün çöküyor şehrime. "Taşa yazılmış; ama kalplere yazılmamış" diyorum ve soruyorum: "Kalplere kazınması için, kalplerin taşlaşması mı gerekiyor Ya Rab?" 

Bu taşlaşmış kalpler, bu taşlaşmış ruhlar ve cıvıklaşmış bedenler.. Neye gebe? Yoksa bu, taşlığımızın imtihanı mı? Yani taşı taşlamayalım mı? Taş taşı taşlayamaz; taşlamak sadece sana ait biliyorum.. Fakat ya taşladıklarımız!!? Affedecek misin? O esnada bir cümle daha bakıyor gözlerime: "Hoşgörü, müsamaha, merhamet ve şefkat ancak aşkla uyanmış bir kalpte yeşerebilir." Kalplerimize bakıyorum.. Ne kadar da aşksızmışız!! diyorum.. Üzülüyorum..

Bir cümle daha.. "Allah gaybın sırrını, arifin kalbine mürekkepsiz yazarmış... Allah aşkı da kalbimize mürekkepsiz yazıyor.. Kalbime bakıyorum; mürekkebe bulanmış.. Aşk, kalp ve mürekkep... Kalbimden bir ses yankılanıyor: Ya leyl!!!

Diğer sayfa.. "Dünyaya gelince: onu öldür, yoksa o seni öldürür" diyor kitap ve soruyor: Orak ile buğday başağının öyküsünü bilir misin? Ölüm, orağın ağzını biler ve böylece başaklar yerlere kapanıp secde eder." En keskin orağı diliyorum O'ndan. Secdeme bakıyorum; fâniliğe bulaşmış... Secde, alnım ve ölüm.. Alnımdan bir ses yankılanıyor.. Ya esef!!  

"Allah kimsenin göğsüne iki kalp koymuş değildir" ayetini görüyorum; o an koca bir girdapta boğuluyorum.. "Kalbini dinle! O sana asla haram şeyler fısıldamaz" diyor kitap.. Kalbime bakıyorum; ikiliğe dolanmış.. Kalp, ikilik ve teklik... Kalplerimi dinliyorum; iki kalbimden bir ses yankılanıyor..Ya veyl!! 

Gece okuyorum kitapları; çünkü gündüzler, hüznün karanlığını örtemiyor.. Hüzünleniyorum.. Sonra kitapta, Lamartov'un şiirinden bir satır ilişiyor gözüme. Bu defaki bir gözyaşıydı / kederimin mücevheri... 

Mücevherimi düşünüyorum.. "Gözyaşlarını silmenin en iyi yolu, bir gözyaşı nehrine atlamaktır" diyor kitap. Gözyaşlarıma bakıyorum; dünyaya bulaşmış... O'nun için akıttığım mücevher, bir nehri doldurmuyor.. Gözyaşı, nehir ve mücevher.. Gözlerimden bir ses yankılanıyor.. Vay malaminé!!!


Okudukça bitiriyorum; okudukça bitiyorum.. Felaketlerden türemiş bir hüzünle doluyken, yine kitaptaki bir teselli düşüyor cümlelerime. "Tevekkül ehli için felaket ihtimali yoktur!! Tevekkül, felaket ve ümit.. Tevekkülüme bakıyorum; saflığa bulaşmış.. Tevekkülümden bir ses yankılanıyor: "İnşaallah..." 



 -Sevilay Meraler

17 Ekim 2013 Perşembe

YİTİM

"Kirpiklerimin ucuyla kazdığım yolda, menzil, kafile ve kumluk önemli değil" İkbal



Buradan geçmeyen bir akıl gördünüz mü? 

Gökdelenlerin göğü deldiğine  inanmamış... 
Betonlara işlemiş amele düşleri sömürmeyen... 
Sırlı levhalara flu bakışlar sıvayan bir akıl.. 

Ayaklarında toprak topuklu, demode bir ayakkabı... Üzerinde hiç bir kapitalist mağazada bulunmayan bir elbise vardı, alaca zaman renginde... Bir de çantası vardı sırtında okulsuz toplumların kullandığı, Şahmeran desenli... Dilinde ise İlhan'ın şiirinden bir dörtlük:

.../
doğumdan öncesini yaşıyorum 
henüz belli olmadı kimliğim 
vücudunu arıyor ruhum 
bir yerde atomun çekirdeğiyim 
bir yerde artı sonsuzum



Gözlerinde premodern bir buğu, ellerinde postmodern bir kukla vardı.  Serçe parmağında üstünde yaşamının anlamı yazılı ametist taşlı bir yüzük taşırdı. Ritüel bir tavır takınarak yürürdü. Hiç bir damganın tutmadığı bir teni vardı. Melezdi; neredeyse dünyanın bütün tenlerinin rengi vardı yüzünde...

Bütün dilleri bilirdi ama sadece bir kelimeyle konuşurdu. Kaçışlar mahallesinde, kendi cennetinde yaşardı. Kapısı yoktu evinin, komşuları da.. Bir tek intihar sebepleriyle şohbet eder; anomi bir türkü söylerdi. Sesi üç s/boyutlu romanları aşardı ama bir tek nehirler duyardı sesini.

Buradan geçmeyen bir akıl gördünüz mü? 

-Sevilay Meraler-

15 Ekim 2013 Salı

GÖÇKÜN

"yalnızlık, bütün mükemmel beyinlerin kaderidir.." schopenhaur




Hadi kalk kalbim, göçüyoruz buralardan. Bak, yılanların gözleri kanamaya başlamış. Yıldızların aksine mâsiva, yakamozların kalbine şekvâ dolanmış. Rüzgâr, ekşi bir ruh taşır, biz acı...

Aldanmak, insan olmaktanmış... 
                                                                                                                     
                                                                                                               

Hadi kalbim, toparlan diyorum; bak fezâya katran bulaşmış. Tuhaf galaksilerin sayısı artıyor. Paratonerler evleri korumuyor artık.  
Işık uzayda doğru ilerlemez, biz dünyada...  

Kaçmak, insan olmaktanmış...

                                                                                                                       

Hadi kalbim, acele et diyorum; bak denizaltından bir ağaç yükselmiş. Ağlarda ecnebi bir merhamet... Hayatı tutmak isteyenlerin, elleri yosun bağlamış.
Su balığa hayattır, bize ölüm...

Korkmak, insan olmaktanmış...


Hadi kalbim, göçüyoruz buhranlardan; bak aklıma Rahman ulaşmış. 
Varlığa yokluk, yokluğa hicrân bulanmış.
Serde tatlı bir esriklik...
Ve dünya duvağını açmış.
Lâ iki zıtlığı taşımaz, insan iki eşiği... 

Kaybolmak, insan olmaktanmış...

Sevilay Meraler

                                                                                                                    
                                                                                             
                                                                                                                                

10 Ekim 2013 Perşembe

ÖLÜM RİSALESİ

Ölümle tanıştıktan sonra anladım/Sadece bir kimlik belgesi olduğunu yaşamanın... E.B.

Damla damla oluşuyor hayat Ölüm kımıl kımıl Duymak kolay Anlatmak değil
Her an Farkındayım Az az öldüğümün
Bilincindeyim doğan ayın Eriyen karın akan suyun Ve usul usul tükenen zamanın
Tekrarlayıp duruyor saat Vakit te mahluktur Vakit te mahluktur
İşliyor kalbim Eskiyor saçlarım Ve gözlerimin en ince hücreleri
Okuyorum hayatı Toprağın üstünden çok Altındakilerle var olduğunu
Toprak Ölüme aç Ölüme muhtaç Hayat
Ölüm muhakkak Ve ölüm mutlak Tek kapısıdır ölümsüzlüğün
Ölümle tanıştıktan sonra anladım Sadece bir kimlik belgesi olduğunu yaşamanın
Erdem Beyazıt

8 Ekim 2013 Salı

HAMAL

Bedenlere yüklenmiş gibi görünse de adaletsiz ağırlıklar, ilahi adaletin terazisinde eşittir mutluluklar... s.m





Ayakkabı boyayan ufacık eller, yüzlerce kilo ağırlığı yüklenmiş sırtlar, mağaza önünde oturmuş muhtaç gözler… Nereye gidersem gideyim, neye bakarsam bakayım, eşitsizliğin bu soysuz yüzüyle karşılaşıyorum. Ne kadar tanıdık, ne kadar acı ve ne kadar alışılmış bir manzara… Ne hazin…

Mevsim yaz, aylardan Temmuz, vakitlerden öğle idi. Durakta otobüs beklerken gördüm onu. Yaşlıydı, çok yaşlı. Sırtında ağır bir yük vardı ve bu yükü Zinciriye Mahalle’sine çıkan o dik yokuşlu merdivenlerden çıkarmaya çalışıyordu. Merdivenleri çıktıkça inler gibi bir ses çıkarıyordu ve o sesi benden başkası duymuyordu sanki. Oysa yardım edebilecek birçok kişi vardı ama kimse el atmıyordu. Nedenini bilmiyorum ama taşımayı onun ‘işi’ gördükleri içindi galiba… Sonuçta üniformaya benzeyen bir kıyafeti vardı hamalın ve bu üniforma onun bu acısını meşrulaştırıyordu sanki. O, o yükle ezildi, ben, hiç bir şey yapamamanın çaresizliğiyle… Yine de bu meşru acıyla yükünü yukarıya çıkarmayı başardı hamal. Ne yapabilirdi ki… Arabi’ nin söylediği gibi ‘Kuşlar bile ekmeğe uçuyordu.’ O da uçtu ekmeğe. Emekle, terle, çileyle…

O eşitsizliği yüklendi; ben, gözyaşını, adaletsizliğe sövgüyü ve bu kısacık şiiri…

Bir kolan, bir ip, bir küfe,
Bin nasır, bin ağrı, bin yoksulluk, 


Ve sırtında eşitsizlik artığı...



Yokuş yukarı  çıkarken yılları,
Küfesine bedenini..
Kanına terini.. 
Ruhuna kederini yükler hamal.. 
Yine de umursamaz.. 
Susar, taşır ve yaşar.. 

Çünkü bilir,
Bedenlere yüklenmiş gibi görünse de adaletsiz ağırlıklar,
İlahi adaletin terazisinde eşittir mutluluklar...



-Sevilay Meraler-


6 Ekim 2013 Pazar

MODERNİZME SATAŞMALAR/YAĞMALANIR ŞEHİR


Bir şehir düşünün.. Kendi halinde, sessiz, iddiasız.. Eline modernizmin elini değdirmemiş, tertemiz ve bir o kadar duru.. İçinde yaşayan insanlarla huzurlu, uyumlu ve barışçıl.. Bin yıllara ulaşan ömrüne rağmen, eskidikçe estetiği bedeninde çoğaltan bir şehir.. Eşi benzeri olmayan bir güzelliğe sahip ama kimseye gösterme derdinde olmayan, yüzüne değecek her nazardan yıpranacağını bilen akıllı bir şehir..  Bu yüzden kapalı, küçük ve saf..
.../
Bir şehir
Ulu bir cevher gibi asil
Duru bir gökyüzü gibi pir u pâk
Kayıp bir simya gibi sır dolu..

Bir akıl düşünün.. Salt nefisten mürekkeb.. Dünya, para ve şöhret düşkünü.. Para her şeydir dediği için, para için her şeyi yapan bir akıl.. Değerleri umursamaz, tek dünyacı, alaycı, kötü.. Dünyayı dolaşıp temiz ve duru olan her şeyi kirletmeye ve bu kir üzerinden para kazanarak şöhretli olmaya yeminli bir akıl.. Kuyular kaza kaza, şehirleri kuyulara düşüre düşüre dolaşan bir akıl.. 
.../
Sonra
Katrankarası bir asır, katrankarası bir beddua gelir,
Ve yağmalanır şehir..

İşte o akıl, ülkelerin, şehirlerin kanına girdi gireli iflah olmadı insanlar. Yaptığı her hamle, attığı her adım gözlerinde bıçak taşıyan bir gece gibi çöktü insanların üzerine. Kuyular kazdı derin ve dipsiz ve düşürdü şehirlerimizi birer birer. Bu izânsız aklın tuzağına düşen şehirlerden biri de Mardin'dir. Son bir kaç yıldır, şaşırtıcı bir şekilde ilginin yoğunlaştığı  bu güzel şehir, çok hızlı bir değişim sürecine girdi. Kurulan yeni yerleşim alanları modernizmim dünyanın her yerindeki aynılığını biraz daha aynılaştırarak genişlemeye devam ediyor. Mardin'in  o yalın ve temiz bedeni modernizmin o sahte ve kirli elleriyle kirlenmeye başladı. Tarihin masum güzeli, güzelliğini yitirmeye başladı.

                                                                                                                                                   
Ve yağmalanır şehir
Kavim  helâkı bir şımarıklık siner şehre, 
Helal harama esir
Kalenin başı eğik, kalenin gözlerinde zindan hayası..

Turistlerin ilgisini çekmek için, şehrin özgün dokusundan ve temizliğinden taviz verilmeye başlandı. Kutsal mekânlarda yapılan saygısız etkinliklerin ayıbını ise hangi edep kapatacak bilemem. 
.../ 
Ve yağmalanır şehir,
Marifet ucuba yenik
Türbelerde kutsallığın kıyamı
Türbelerin bağrında zulmün vâveylası

Hemen hemen her şey, şehrin bedenini sömürmek yoluyla para kazanmaya dönüştü.  Bir zamanlar Mardinli ailelerin yaşadıkları o mütevazi evler; kafelere dönüştürelerek biperva eğlenen insanların mêkanları oldu. O evlerin izrediyélerinde saklanan o temiz anılar, şimdilerde bir kenara büzüşerek nasıl üzülüyordur kimbilir... Mardin'de mahalle aralarında açılan eğlence mekanları yüzünden reyhan kokulu güzelim şehrim artık alkol, sigara ve nargile kokuyor. Gece tahtlara serilip uyuyanlara yarenlik eden gökyüzünün sesi, şimdi yerini canlı müzik adı altındaki kulak tırmalayan bağırtılara bıraktı. 
.../
Ve yağmalanır şehir
Ellerde tamahın çürümüş kokusu
Ellerde medeniyetin mevtası

Mazlum ve masum bir şehirdi Mardin; sahneye çıkarılan her şöhret kişisi gibi Mardin de allanıp pullanılarak kör nefislere sunuluyor, daha ne kadar sömürülecek kim bilir... 

Ve yağmalanır şehir..
Göz göre göre....

-Sevilay Meraler-
Fotoğraflar: Sevilaysevilay