11 Ocak 2013 Cuma

MİHNET MODERN


Konferanslar, sempozyumlar ve bilgi..  Cafeler, restoranlar ve tokluk... Sinemalar, tiyatrolar ve görsel şölen.. Türkü barlar, konserler ve keyif.. Alışveriş merkezleri, marketler ve tüketim.. Caddeler, köprüler ve refah.. Arabalar, motorsikletler ve hız.. Televizyon, internet ve takip.. Telefonlar, bilgisayarlar ve bağımlılık.. Kadınlar, erkekler ve şehvet.. 

Kalabalıklar, kalabalıklar.. Caddeler, marketler, mağazalar insanlarla dolu... Nereye gitseniz karşınıza kara yüzlü bir kalabalık çıkıyor. Sanki evler zorla boşaltılmış, insanlar dışarıya çıkmaya zorlanmış gibi.. Hani insanlığa katkısı olan bir eylemde olsalar, gönül bu kutlu kalabalıkla coşacak; ama değil.. Sadece tüketiyorlar.. Nefeslerini, nefislerini, paralarını, dünyayı, kendilerini.. Tüketmek için varlar sanki... Tüket/niyorlar, tüket/niyorlar, tüket/niyorlar..

Bir de, konuşuyorlar, konuşuyorlar... Bomboş, kupkuru, sopsoğuk, kaskaba.. Sözleri, bir asit denizine atılsa da erise ve  keşke sonsuza dek sussalar diyorum keşke.. 


Devasa bir kalabalık ve devasa bir yalnızlık.. Hangi çağın insanına nasip olmuş ki bu kadar kalabalığın içinde yalnızlık ve bu kadar yalnızlık içinde kalabalıklık? Kalabalıktayız ama yapayalnızız; yalnızız, ama beynimiz, kalbimiz, ruhumuz kalabalık.. Yapayalnızken bile beynimizde, kalbimizde ve ruhumuzda kaç insan dolanıyor farkında mısınız? 

Bir tarafta, geçmişin artık hiç bir anlamı kalmamış, tozlu sahnesi ve tozlu oyuncuları; diğer tarafta geleceğin, geleceği belirsiz perdesi ve geleceği belirsiz oyuncuları ve "an" ımızı mahveden o lüzumsuz "zamanlar karmaşası" yaratan tavrımız.." Televizyon ve bilgisayar ekranlarından gözlerimize, aklımıza, ruhumuza akan o puslu işgal.. Ne dış kalabalıktan kurtulabiliyoruz ne de iç kalabalıktan.

"Bunca varlık varken, gitmez gönül darlığı" demiş Yunus. D/varlığımız, v/darlığımızdan yani.. Varlığımızın çokluğuna sevinirken, aslında darlığın çokluğunda oluşumuz ne hazin!! 

Bizi işgal eden bu kalabalıklar, nasıl da ağırlaştırıyor bizi değil mi? Oysa suya atılan bir menekşe yaprağı kadar hafif olmalıydık ve yalnızca O'nun kalabalığıyla dolmalıydık; fakat ne mümkün efendim ne mümkün!!  En tehlikeli virüsün bulaştığı bilgisayar gibiyiz; çöktük çökecek, göçtük göçecek..!! 

Nasıl kurtulacağız bu çökme/göçmeden diye soruyorum kendime. Cevap gecikmiyor. O'na götüren kitaplarla.. Evet.. Kara kalabalığı ak bir kalabalığa, kara bir yalnızlığı ak bir yalnızlığa dönüştüren yegane şey, bu insan k/dokulu sayfalar ve O'na doyuran kelimeler.. Evet, "İnsan kitaba baka baka aklanıyor.." Yani, en azından ben aklanıyorum; lâkin sizi bilemem..


-Sevilay Meraler-

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder