6 Ocak 2013 Pazar

İKİ KİTAP-İKİ HÜZÜN-İKİ ÜMİT

"Hiç yaşamadım ki... Ölemem o yüzden..."


İki kitap var elimde. İkisi de O'na götüren türden. Değerli bir hocamın vasıtasıyla okuyorum. Okudukça, aklanmaya ihtiyaç duyuyorum, okudukça paklanmaya... Kendime yöneliyorum. Kapılarımdan  içeriye girmek istiyorum; kapı dışı ediliyorum. Mevlana: "Bizde kapılar içeriye doğru açılır.." demiş. Ben kapılarımı hep dışarıya doğru açmışım galiba... Kapı/lıyorum.. 

Yine sersemliyor hümanizmim ve yine sersemliyor rasyonalizmim.. Sarsılıyorum, donuyorum.. Akla isyan, bütün ağırlığıyla basıyor; adımlarının izi, ruhumda kalıyor.. Modernizmimin köküne kibrit suyu döküyorum.. "Ben"e dair ne varsa yıkmaya çalışıyorum; lakin kalıntıları çok; çünkü kalabalığı da çok.. Ya esef!!

İlk sayfada, İbn-i Arabi'nin "İnsanların taş üzerine kazıdıkları yüzyıllık yazılar, Allah için suya  üstüne yazılmış yazı gibidir.." sözünü görüyorum ve bu ilk cümle bile gönlümü çarpıp geçmeye yetiyor.. Meğer, O'nun yazılmadığı her kelime anlamsız, O'nun olmadığı her cümle bomboş, O'nun akmadığı her damla mürekkep suretsizmiş diyorum ve gözlerimden bin bir pişmanlıkla akıyor okuduğum O'nsuz kelimeler.. 

Arabi'nin bu sözünü okuyunca, aklıma, Mardin Camii Kebir'in minaresindeki, kufi yazıyla yazılmış, iki kitabe geliyor. İlkinde " La İlahe İllallah Muhammedün Resuallah -Allah'tan başka ilah yoktur, Muhammed (s.a.) O'nun elçisidir-"; ikincisinde "Ve men yetevekkel alallahi fehuve hasbuh. Kim Allah’a tevekkül ederse, Allah ona yeter-" yazıyor. 

Önce, "İnsanların, Allah'ı taş üzerine kazdıkları, yüzyıllık aşkların/yazıların bulunduğu" bir şehirde yaşıyorum diye seviniyorum; ama sonra kurşuni bir hüzün çöküyor şehrime. "Taşa yazılmış; ama kalplere yazılmamış" diyorum ve soruyorum: "Kalplere kazınması için, kalplerin taşlaşması mı gerekiyor Ya Rab?" 

Bu taşlaşmış kalpler, bu taşlaşmış ruhlar ve cıvıklaşmış bedenler.. Neye gebe? Yoksa bu, taşlığımızın imtihanı mı? Yani taşı taşlamayalım mı? Taş taşı taşlayamaz; taşlamak sadece sana ait biliyorum.. Fakat ya taşladıklarımız!!? Affedecek misin? O esnada bir cümle daha bakıyor gözlerime: "Hoşgörü, müsamaha, merhamet ve şefkat ancak aşkla uyanmış bir kalpte yeşerebilir." Kalplerimize bakıyorum.. Ne kadar da aşksızmışız!! diyorum.. Üzülüyorum..

Bir cümle daha.. "Allah gaybın sırrını, arifin kalbine mürekkepsiz yazarmış... Allah aşkı da kalbimize mürekkepsiz yazıyor.. Kalbime bakıyorum; mürekkebe bulanmış.. Aşk, kalp ve mürekkep... Kalbimden bir ses yankılanıyor: Ya leyl!!!

Diğer sayfa.. "Dünyaya gelince: onu öldür, yoksa o seni öldürür" diyor kitap ve soruyor: Orak ile buğday başağının öyküsünü bilir misin? Ölüm, orağın ağzını biler ve böylece başaklar yerlere kapanıp secde eder." En keskin orağı diliyorum O'ndan. Secdeme bakıyorum; fâniliğe bulaşmış... Secde, alnım ve ölüm.. Alnımdan bir ses yankılanıyor.. Ya esef!!  

"Allah kimsenin göğsüne iki kalp koymuş değildir" ayetini görüyorum; o an koca bir girdapta boğuluyorum.. "Kalbini dinle! O sana asla haram şeyler fısıldamaz" diyor kitap.. Kalbime bakıyorum; ikiliğe dolanmış.. Kalp, ikilik ve teklik... Kalplerimi dinliyorum; iki kalbimden bir ses yankılanıyor..Ya veyl!! 

Gece okuyorum kitapları; çünkü gündüzler, hüznün karanlığını örtemiyor.. Hüzünleniyorum.. Sonra kitapta, Lamartov'un şiirinden bir satır ilişiyor gözüme. Bu defaki bir gözyaşıydı / kederimin mücevheri... 

Mücevherimi düşünüyorum.. "Gözyaşlarını silmenin en iyi yolu, bir gözyaşı nehrine atlamaktır" diyor kitap. Gözyaşlarıma bakıyorum; dünyaya bulaşmış... O'nun için akıttığım mücevher, bir nehri doldurmuyor.. Gözyaşı, nehir ve mücevher.. Gözlerimden bir ses yankılanıyor.. Vay malaminé!!!


Okudukça bitiriyorum; okudukça bitiyorum.. Felaketlerden türemiş bir hüzünle doluyken, yine kitaptaki bir teselli düşüyor cümlelerime. "Tevekkül ehli için felaket ihtimali yoktur!! Tevekkül, felaket ve ümit.. Tevekkülüme bakıyorum; saflığa bulaşmış.. Tevekkülümden bir ses yankılanıyor: "İnşaallah..." 



 -Sevilay Meraler-




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder