20 Ocak 2016 Çarşamba

FİRAK






Kopuyor işte, yağmur gökten, et tırnaktan, kök topraktan...

Beden ruhtan, ruh nefisten, varlık zatından...
Mah gecesinden, şems gündüzünden, ışık tarıktan...


Yazgının ilk manzarası resmedildiğinde, Adem Allah'tan kopmuştu, şeytan makamdan, elma dalından... 

Firak yazgımız bizim. Bu sebeple bir firaktan bir firaka atlamayı vuslatla devşirip, sevincini yaşıyoruz. Hem de parantez içine aldığımız hüzünlere aldırmadan...


Çok cesuruz ya da çok unutkan... Çabuk alışıyoruz ayrılıklara. Bir cenin gibi vaktinden önce düşüyoruz hayattan/kalplerden... En büyük firkat da ruhumuzdan... Henüz tamamlanmadan, yeni bir hayatla yaşamaya çalışıyoruz. Sora, bir ölüm, diğer ölümü kovalıyor. Belki de en çok bu sebeptendir, ölümden bu kadar bihaber oluşumuz. Yani ol mahiler ki... 


Ölen ilk varlık İblis'miş. İsyanının ilk cümlesi, yaşamının son nefesiymiş. Şu karşımızda duran devasa mezar da İblis'in ümmeti olsa zahir! 


Cesuruz dedim fakat bu cesaret, yalnızca korkaklığımızın maskesi. Eski çağlarda, biri leopar maskesi takınca, kendisinin de leopar gibi olacağını düşünürmüş. Biz de bu maskelerimizle kendimizi galip sanıyoruz... Oysa Menteş'in dediği gibi: "Biz sadece bu zamanın fiyakalı kaybedenleriyiz."


Fakat, ne kadar kaçarsak kaçalım, hiç bir gülüş, hiç bir eğlence, hiç bir oyalanma bizi gerçekten uzaklaştırmayacak. Her seküler cennet, ateşimizi harlayan rüzgardan başka bir şey olmayacak. Bu dehşet ortamda, hepimizin damarlarına işleyen o ruhun bedenden kopuşunun verdiği ürperti, bir gün ve ola ki son anlarda hepimizin tüylerini dökecek.


Malum, ölüm herkese farklı renkte yansıyor. Çoğumuz imanın ışığıyla ölümden korkmazlığı dillendirsek de en imanlımız bile o günü ağırlığını kalbinde bir kurşun gibi taşıyor. Meriç: "Ne kadar cesur olursak olalım, yokluk bizi ürkütüyor. İz bırakmadan silinmek, bir kurbağa gibi gebermek, bütün rüyalarımızla, bütün acılarımızla yok olmak… İnsan zekâsı bu kadar trajik bir sonu zor kabul ediyor." diyerek, belki en büyük itirafta bulunuyor. Fakat  zekamızın sınırlarını zorlamalıyız, zorlamak da yetmez, kabullendirmeliyiz!


Kitaptan kaçışımız da he bu kabulsüzlükten! Çün bir gün körlüğümüze körlük, inceldiği yerden kopacak diye ödümüz kopuyor. 

Ya kıyamet kopunca ne yapacağız? Bakın hep kopuşlardayız...


-Sevilay Meraler-